3 MAYIS TüRKÇüLER GüNü
3 Mayıs 1944 Tarihli Gösteriler ve Dava
Kenan Öner 1944 Davası ile ilgili şunları şöyler : "Bu davanın temeli N.
Atsız'ın zamane başvekiline hitaben Orhun mecmuasında yazdığı açık mektupla
,1944 senesi Nisan'ında atılmış ve bundan doğan infial ile icat edilen ırkçılık
ve Turancılık davasında memleketin havasını ifsat eden işkencelerle çatısı
örtülmüş bulunmaktadır" . Bu davanın başlamasında H. Ali Yücel'in 1934 tarihli
"Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış" kitabının Atsız tarafından eleştirilmesinin
intikamını almak istemesi de etkilidir .
Tarihte 3 Mayıs olayları adıyla anılan olaylar Nihal Atsız'ın, hakkında açılan
dava için Ankara'ya geldiği sırada başlamıştır. Bu tarihte gençlik komünizm
aleyhine bir gösteri düzenler ve beraberinde N. Atsız'a sevgilerini belirtirler.
Mahkeme salonuna giremeyen gençler Ulus Meydanı'na doğru yürüyüşe geçmişler
burada milli marşlar söylenmiş ve komünizm aleyhine sloganlar atmışlardır .
Kafile Ulus Meydanı'ndan sonra Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüşmek istemişse
de bunda başarılı olamamış, miliyetçi gençlerin gösterileri hükümet tarafından
şiddetle önlenmiştir. Bu gösterilerde tutuklanan üniversiteli gençlerin sayısı
165 olarak tespit edilmiştir .Ancak gençliğin bu masum hareketi devrin milli
şefine bir ihtilal olarak intikal ettirilir. H. Ali Yücel, Nevzat Tandoğan ve F.
Rıfkı Atay üçlüsünün gayretleriyle ırkçılık ve Turancılık adı verilen
milliyetçilik düşmanı dava ortaya çıkarılmıştır.
Bu gösteriye kadar Türkiye'de yapılan bütün nümayişlerde hep hükümet parmağı
bulunmuştu. Turancılık davasının mağdurlarından Alparslar Türkeş'in konuyla
ilgili tespiti şu şekildedir; "Bunlar milli şef ve onun gözde Milli Eğitim
Bakanına nasıl gösteri yapabiliyorlardı ? O zamana kadar milli şefin müsaade
etmediği hiçbir gösteri yapılmazdı. Demokrasi....Hürriyet...Eşitlik...Gençlik...
bütün bunlar Türkiye'nin 1944 iktidarında hep parad palavralardır. Halkın
alkışları, gençlikten çıkacak "yaşa" naraları kayıtsız şartsız İnönü'nün
tekelinde kalmalıdır . Esasında 3 Mayıs olayları, II. Dünya Savaşı'nın seyri ile
alakalıdır ve dönemin hükümetinin Almanlara karşı üstünlük kuran Ruslara
Türkçüleri feda ederek bir siyasi rüşvet vermesi olayıdır.
Türkiye Ruslara karşı ,yalnızlık içinde karşı koymaya çalışmaktadır. 3 Mayıs
1944 duruşması o sırada tam aranılan fırsat olarak değerlendirilir. Türkçüler
üzerinde şiddet uygulanarak Ruslar bir şekilde memnun edilmeye çalışılır .
3 Mayıs'ta bir araya gelen ve gösteriler yapan gençler birer birer tespit edilip
toplanır ve tutuklanır. Milli şefin şahsi emriyle saldıranlara zerre kadar
merhamet tanımamışlardır. Milliyetçi gençler kıyasıya dövülür. N Atsız'da aynı
gün duruşmadan çıktıktan sonra polis tarafından gözaltına alınır. Alparslan
Türkeş anılarında bu olayları şu şekilde anlatmaktadır; " 3 Mayıs 1944 günü
heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri
patlatıldı. Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı" .
19 Mayıs 1944 Nutku ve Sonrası
Gösterilerin ardından tutuklanan onlarca gencin ailesi yaklaşan 19 Mayıs Gençlik
ve Spor Bayramı'ndan umutludur. Gençlik Bayramı'nda bir yığın masum gencin,
bayramı zindanlarda geçirmesine milli şefin gönlü razı olmayacağını sananlar
çoktur. Öyle umulur ki İnönü, 19 Mayıs'ın neşesini bozmak istemeyerek ve bir
emirle zindanların kapılarını açtıracak ,manasız bir sebeple tutuklanmış aydın
gençleri hürriyete iade edecektir.
Milli Şef, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, gençleri ve ailelerini sevindirmek şöyle
dursun, bilakis Ankara Stadyumu'nda, 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor Bayramı
nutkunda Irkçılık ve Turancılık iddiaları hakkındaki görüşünü bütün açıklığı ile
ortaya koyarak, milliyetçileri hayal kırıklığına uğratan bir konuşma yapar.
Milli şef, henüz tahkikat safhasında bulunan olay ile Türkçüler ve milliyetçiler
aleyhine çok ağır ithamlarda bulunur . Bu konuşmanın tam metni şu şekildedir;
19 Mayıs Nutku
"Türk milliyetçisiyiz, fakat memleketimizde ırkçılık prensibinin düşmanıyız.
Memleketimizde politika garezleri için uydurulan ırkçılık önderlerinin çok
acıklı faciaları hatıralarımızda canlıdır. l9l2 senelerinde Rumeli'de tutunmak
için tırnaklarıyla kayalara yapışarak son gayretlerini sarf eden Türk erlerine
Arnavut Priştineli Hasan ve Derviş Hima ile beraber arkadan hücum
tertipleyenlerin Türk ırkçı politikacısı olduğu, Büyük Millet Meclisinde ispat
olunmuştur. "Politika icabı" diye tefsir etmekten en ufak bir güçlük çekmeyen bu
adamlar, sözlerine inanıp daha büyük bir felakete uğradığımız zaman gene
"Politika İcabıdır" diyerek yeni bir fesat prensibi yaratmakta geri
kalmayacaklardır.
Köy Enstitülerinde, her çeşit okullarımızda, müesseselerimizde, ordumuzda
müşterek vatanın ülkülerini Türk çocuklarına, eşit adalet ve şefkat hisleriyle
vermeye çalışıyoruz. Onları büyük cumhuriyet potasında kaynatıp meydana Türk
vatanseveri çıkarmaya uğraşıyoruz. Vatandaşlarım emin olabilirler ki
muvaffakiyetlerimiz esaslıdır ve gelecek zamanda daha göz alıcı olacaktır.
Türk milliyetçiliği içinde vatan çocuklarının temiz ülkülü ve vatan fikirli
olarak birbirine dayanan sağlam bir millet olması, erişilmez ve yanlış bir hayal
değildir. Bunun doğru bir fikir ve erişilir bir hedef olduğunu,elle tutulur ve
gözle görülür neticeleriyle tamamıyla alıyoruz. Şimdi insaf ediniz. Türk
vatandaşı yetiştirmek için bütün iyi şartlan özünde toplamış olan bu feyizli
yolu bırakır da ,ırkçıların milleti bin bir parçaya ayıracak fesatlı ve nifaklı
zehirlerine cemiyeti kaptırır mıyız?
Turancılık fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı gösterisidir. Bu
bakımdan cumhuriyeti iyi anlamak lazımdır. Milli kurtuluş sona erdiği gün,yalnız
Sovyetlerle dostluk ve bütün komşularımız eski düşmanlıklarının bütün
hatıralarını canlı olarak zihinlerinde tutuyorlardı. Herkesin kafasında, biraz
derman bulursak sergüzeşti, saldırıcı bir siyasete kendimizi kaptıracağımız
fikri yaşıyordu.
Cumhuriyet kuvvetli bir medeniyet yaşayışının şartlarından bir esaslısını,
milletler ailesi içinde bir emniyet havasının mevcut olmasında görmüştür.
İmparatorluktan son zamanlarda ayrılmış olan komşularıyla da iyi ve samimi
komşuluk şartlarının temin edilmiş olmasını, milletin saadeti için lüzumlu
saymıştır.
Görülüyor ki, milli politikamız memleket dışında sergüzeşt aramak zihniyetinden
tamamen uzaktır. Asıl mühim olan da bunun bir zaruret politikası değil, bir
anlayış ve bir inanış politikası olmasıdır. Ancak bu inanışa vardıktan sonradır
ki, etrafımızda bulunan milletleri daha yakından tanımak imkanlarını bulduk.
Nereden zarar gelir ve nereden zarar gelmez, bunu ayırt etmek için
zihinlerimizde ayarlı ölçüler hasıl oldu. İçerde milletin hayrı ve saadeti için
çalışma ve dışarıya karşı milletin emniyet ve müdafaası için lazım olan
tedbirler,salim ölçülerle gözümüzün önünde belirdi. Ve nihayet asırlar ve
asırlar süren köklü düşmanlıklar yerine, yirmi sene gibi kısa bir müddette
hürmet ve itimat duygularının uyanmasına imkan verdi.
Turancılar, Türk milletini bütün komşularıyla onulmaz bir surette derhal düşman
yapmak için birebir tılsımı bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız
fesatçıların tezvirlerine Türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette
Cumhuriyetin, bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar, genç çocukları ve saf
vatandaşları aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa
edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve daha çok aldanacaklardır.
Şimdi vatandaşlarımdan iki suale zihinlerinde cevap bulmalarını isteyeceğim :
Irkçılar ve Turancılar gizli tertipler ve teşkillere başvurmuşlardır. Niçin ?
Kandaşları arasında gizli fesat tertipleriyle fikirleri memlekette yürür mü ?
Hele doğudan, batıdan ülkeler gizli Turan cemiyetiyle zapt olunur mu ? Bunlar o
şeylerdir ki, ancak devletin kanunları ve esas teşkilatı ayak altına alındıktan
sonra başlanabilir. Şu halde yaldızlı fikirler perdesi altında doğrudan doğruya
Cumhuriyet'in, Büyük Millet Meclisinin mevcudiyeti aleyhinde teşebbüsler
karşısındayız. Tertipçiler, on yaşında çocuklarımızdan bize kadar derece derece,
perde perde hepimizi aldatmak iddiasındadırlar.
Vatandaşlarıma ikinci sualimi soruyorum : Dünya olaylarının bugünkü durumunda
Türkiye'nin ırkçı ve Turancı olması lazım geldiğini iddia edenler, hangi millete
faydalı, kimlerin maksadına yararlıdırlar ? Türk milletine yalnız bela ve
felaket getirecek olan bu fikirleri yürütmek isteyenlerin Türk milletine hiçbir
hizmetleri olamayacağı muhakkaktır. Bu hareketlerden yalnız yabancılar
faydalanabilirler. Fesatçılar, yabancılara bilerek mi hizmet ediyorlar?
Yabancılar, fesatçıları idare edecek kadar yakından münasebette midirler?
Bunları hüküm olarak kestirmek bugün mümkün değildir. Ama yabancıya hizmet kasti
ve yabancının ilişiği hiçbir zaman meydana çıkmasa dahi hareketlerin, Türk
milletine, Türk vatanına zararlı olması ve bunlardan yalnız yabancıların
faydalanmış olması söz götürmez bir hakikattir.Vatandaşlarım! Emin olabilirsiniz
ki vatanımızı bu yeni fesatlara karşı da kudretle müdafaa edeceğiz....
19 Mayıs Nutku Alman cephesinde hızla ilerleyen Ruslara karşı bir söz rüşveti
olarak nitelendirilmiştir. Bu meşhur nutuktan sonra her meslekten ve her sahadan
kimseler, yıldırıcı, ezici ceberrutlukla sanki Türkiye'nin her yeri sıkıyönetim
bölgesiymiş gibi , rasgele emrivakilerle, ceket gömlek İstanbul'a sıkıyönetim
komutanlığı emrine teslim edilmiştir . Özellikle 47 kişi hakkında rapor
hazırlanır. 3 Mayıs dava dosyasının başında yer alan bu kişiler 1 numaralı
Sıkıyönetim mahkemesine gönderilir. Aslında bu kişilerin hiçbir zaman kafatası
ölçtüğü, kaç göbek soy sop aradığı görülmemiştir.
İsmet İnönü'nün nutkundan sonra tutuklanan insanların suçlandığı temel
fikirleri şunlardır ;
TBMM tayin suretiyle doldurulmuştur, hür seçim yoktur.
Cumhuriyet lafta kalmıştır, idare şekli diktatörlüktür.
*CHP istismar ve istibdatla memleketi idare etmektedir. Halk sefalet içindedir.
Suiistimal, sefahat, israf, rüşvet, soygunculuk gittikçe gelişmektedir.
Milliyetçilik ve Türkçülük hareketlerine tamamen muhalif bir yola sapılmıştır.
Türkiye'de İslam düşmanlığı ilerlemiştir.
Türk milletinin istikbali tehlikeye düşmek üzeredir .
Görüldüğü gibi aslında bunlar çok partili hayatın hakim olduğu dönemlerde tabii
görülen fikirlerdir. Bu fikirlerin oluşması İnönü devrinin dikta rejimi olup
olmadığı sorusunu akıllara getirmiş, bu konuyu tartışmaya açmıştır.Bu davada
Alparslan Türkeş ise "yalnız Türk soyundan gelenler yaşamalıdır" biçimindeki
sözlerinden dolayı yargılanır.
Basın ve Turancılık Davası
İsmet İnönü'nün 19 Mayıs Nutku'ndan sonra basın ve radyo milli şefin ve
iktidarının ithamlarına ,sözlerine bin bir delil ve gerekçe bulmak gibi bir
vazifeden dolayı kendilerini sorumlu hissetmişlerdir. İsmet İnönü'nün
açıklamalarından sonra Milliyetçilik aleyhine yapılan neşriyat artmış, Orhun
dergisine abone olanlar, bu dergide bir tek yazıları çıkmış olanlar, Nihal
Atsız'a sokakta bir defa selam vermiş olanlar dahi basının da etkisiyle
tutuklanmışlardır.Vatan gazetesi ve Ulus gazetesinde yazan F.Rıfkı Atay'ın
yazılarını esas alarak 3 Mayıs 1944 gösterisini Romanya'nın başına Milli
tarihlerinin en büyük felaketini getiren Gardistlere benzetmiş ve bu nümayişe
katılan gençlerin aslında aldatılmış olduklarını iddia etmiştir . Aynı gazete
daha sonraki günlerde Turancılık-Türkçülük fikriyle ilgili görüşlerini beyan
etmeye devam etmiş, kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. Gazete yine F. Rıfkı
Atay'ın yazısını esas alarak; "Türkiye'yi içinden dağıtıp tahrik etmek için
gökten bir bela ısmarlansa ırkçılıktan beteri Türkiye'ye inemez.
İkinci bir bela ısmarlansa İslam ittihatçılığı ham hayalinin yerine Turancılık
ütopyasını geçirmekten alası bulunamaz tarzındaki ifadelere yer vermiştir. Vakit
gazetesinin başyazarı Asım Us da Türkçülük fikrini ırkçılık olarak ele almış, bu
fikrin nifak için üretildiğini ve hatta yabancıların bu fikri ileri sürdüğünü
iddia etmiştir . Yine aynı başyazar dönemin Türkçülük fikirlerinin Atatürk ile
bağdaşmadığını, Turancılık fikrinin ise siyasi istiklallerini kaybetmiş olan
Türkler için manevi bir teselli olabileceğini yazmıştır . Asım Us, 1944
Davası'nın gençliği uyandıracağını iddia etmiş, milli şefin nutkuna da aynen
katıldığını belirtmiştir .
Cumhuriyet gazetesi, Turancılık ile ilgili fikirlerini Nadir Nadi'nin
kaleminden, milli şefin nutkundan sonra ifade etmiş ve milli şefin nutkunu "Türk
vicdanının gür sesi" şeklinde yorumlamıştır .
Ulus Gazetesi ise hükümet yanlısı bir politika takip etmekteydi. Diğer gazeteler
Ulus gazetesinin güçlü kalemi F. Rıfkı Atay'ın yazılarından devamlı alıntı
yapmıştır. F. Rıfkı Atay ırkçılığı iç harp, Turancılığı dış harp kabul etmiş ve
ırkçılığın ve Turancılığın herhangi bir halka ile dışarıya bağlanan tarafını
cinayet olarak yorumlamıştır .
Ulus gazetesi Türkçülük fikrine duyduğu tepkiyi Hasan Ali Yücel'in ağzından şu
şekilde ifade eder :
"Bunlar, mekteplere kötü bir suyun delik bulup sızması nev'inden sızmışlardır...
Bunlar okul içine sokulmadığı gibi, memleket içine de sokmamak zorunda olduğumuz
mahzurlu fikirlerdir .
Tanin gazetesi ırkçılık, Türkçülük, milliyetçilik fikirlerini aynı potada
değerlendirerek bu tür fikirleri savunanların aslında gerçek amaçlarının bu
olmadığını zira din ile ırkçılık fikirlerinin asla yan yana gelmeyeceğini
başyazarı H. Cahit Yalçın'ın kalemiyle ifade eder .
Yine Tanin'de H. Cahit Yalçın, Türkçülük fikrinin sadece çalışmakla
geçerliliğinin olacağını ifade etmiş , bir başka yazısında bu fikrin "Yurtta
sulh, cihanda sulh" prensibi ile uyuşmadığını iddia etmiştir. Hatta hedef
gösterircesine Türk gençliğini istismar edenler olarak Nihal Atsız, R Oğuz
Türkkan, Z. Velidi Togan, Hasan Cansever'in isimlerini açıklamıştır . H Cahid
Yalçın, daha sonraki yazılarında üslübunu sertleştirerek Turancılık davasında
Nazilerin rolünün olduğunu ortaya atarak, Turancılığı "halis bir Nazi öksesi"
olarak yorumlama gafletinde dahi bulunmuştur.
3 Mayıs tarihli gösterilerin ve 19 Mayıs Nutku'nun ardından toplanan
milliyetçilerin davası, İstanbul 1 numaralı Örfi İdare mahkemesinde görüşülmeye
başlanmıştır. Davada toplam 23 sanık yargılanmıştır.
İstanbul Tophane Askeri Hapishane'sinde bulunan asker sanıklar;
Dr. Yüzbaşı Hasan Ferit Cansever
Dr. üsteğmen Fethi Tevetoğlu
Piyade üsteğmen Alparslan Türkeş
Piyade Teğmen Nurullah Barıman
Topçu Asteğmen Zeki Özgür(Sofuoğlu)
Ulaştırma Asteğmen Fazıl Hisarcıklı
Aynı cezaevinde bulunan sivil sanıklar ;
Nihal Atsız Edebiyat Öğretmeni
Hüseyin Namık Orkun Tarih Öğretmeni
Nejdet Sancar Edebiyat Öğretmeni
Saim Bayrak Temyiz Mahkemesi Evrak Memuru
İsmet Rasin Tümtürk İstanbul Belediyesi Murakıbı
Cihat Savaşfer Y.Mühendis Mektebi Öğrencisi
Muzaffer Eriş " " "
Fehiman Altan " " "
Yusuf Kadıgil Lise Öğrencisi
Cebbar Şenel Adana Adliyesi'nde Hakim Adayı
Sansaryan Han'da bulunan Emniyet Müdürlüğü hücrelerinde bulunan sivil sanıklar ;
Zeki Velidi Togan Türk Tarihi Profesörü
Orhan Şaik Gökyay Ankara Konservatuarı Direktörü
Hikmet Tanyu İçişleri Bakanlığında Memur
Reha Oğuz Türkkan İ.ü. Doktora Öğrencisi
Hamza Sadi Özbek Aydın Maliye Tahsilat Şefi
Cemal Oğuz Öcal Gazi Eğitim Enstitüsü Öğrencisi
Said Bilgiç Ankara Adliyesi'nde Hakim Adayı
Aynı davadan sanık olarak Mehmet Külahlıoğlu ve Osman Yüksel Serdengeçti de bir
süre tutuklu kalmışlardır .
1944 Olayı sanıklarından Alparslan Türkeş, İsmet Paşa'nın 19 Mayıs Nutku'ndan
birkaç gün sonra görev yeri olan Erdek'te gözaltına alınmıştı. Gözaltına alma
sırasında bölük odası ve evi aranmış, daha sonra İstanbul Merkez Komutanlığına
götürülerek 13 Haziran 1944 günü Askeri Tutuk ve Cezaevi'nin hücresine
kapatılmıştır. Burada beş ay tutuklu kalan Türkeş, rahatsızlığı sebebiyle
Haydarpaşa Askeri Hastanesi'ne nakledildi ve bir ay süreyle tedavi gördü. Daha
sonra sıkıyönetim komutanlığının baskısıyla hastaneden alınarak tekrar
Tophane'daki hücresine konuldu. Hücreye döndükten birkaç gün sonra Emniyet
Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han'a götürülerek sorugulanmaya başlandı.
Yakın tarihimize "Tabutluklar" adı ile geçen, tavanlarında beş yüzer mumluk
ampullerin yandığı işkence odalarına kapatıldı. Dönemin Emniyet Müdürü Ahmet
Demir ve Savcı Kazım Alöç tarafından Nihal Atsız'a yazmış olduğu mektuplar
yüzünden sorguya çekildi. Hükümeti devirmek amacıyla ihtilal hazırlığı yapmakla
suçlandı.Suçlamaları kabul etmeyen Türkeş'in sorgulama sırasındaki ifadeleri
ibret vericidir. Türkeş anılarında konuyu şöyle izah etmektedir; "Biz,
milliyetçiyiz. Biz bütün Türklerin,dünyada yaşayan Türklerin mutlu olmasını
istiyoruz, esaretten kurtulmasını istiyoruz. Yani bu fikir, eğer Turancılıksa;
bu fikri taşıyoruz. Biz komünizme karşıyız. Komünizm ideolojisi, beğenmediğimiz
bir siyasi ve iktisadi görüştür. Biz milliyetçi yazılar yazmayı, memlekete
hizmet kabul ettik. Onun için, Orkun dergisine yazı gönderdim. Nihal Atsız
Bey'le zaman zaman memleket meseleleri üzerine mektuplaştık." Alpaslan Türkeş,
anılarında kendisine yapılan işkenceler hususunda ise şunları söylemektedir;
"Acımasızca parmaklarımdan birini yakalayıp, tırnağımı çektiler. Aslında, ben o
görevlilere acıyordum. Yönetim, bizi faşistlikle suçluyor ama, tüm faşizan
yöntemleri kendileri kullanıyordu. İçimden bu da geçer yahu, diyordum.
Memurların gözü bir şey görmüyordu" .
Turancılık davası, 7 Eylül 1944 günü başladı. Duruşma açıldığında, sıkıyönetim
komutanlığının son tahkikat kararı, Savcı Kazım Alöç tarafından okundu. Kararın
başlangıcında yer alan "vatana ihanetleri sabit olanlar..." ibaresi sanıkları
daha yargılamadan suçlu ilan ediyordu. Esasında bu üslüp, İsmet Paşa'nın 19
Mayıs Nutku'nun bir taklidinden başka bir şey değildi. Muhakeme sırasında
Türkçüler kendilerine yapılan işkencelerden bahsetmişler, rasizm'i (ırkçılık)
raşitizm (çocuk hastalığı) olarak telaffuz eden savcı sanıkların ifadelerini
mahkeme zabıtlarına geçirtmemiş, itirazları yapanlar ya azarlanmış ya da dışarı
atılmıştır. Türk ülkesinde, Türk mahkemelerinde, suçları Türkçülük olanları
cezalandırabilmek için çok değişik oyunlar oynanmıştır.
İşkence iddialarıyla ilgili olarak Savcı Kazım Alöç'ün şu ifadeleri işkencelerin
yapıldığını doğrular mahiyettedir : "Biz bunları huzurunuza vatan hainleri,
caniler ve katiller olarak getirdik. Bunları Pera Palas Oteli'nde yatıracak
değildik. Onlar müstahak oldukları muameleyi görmüşlerdir. Elbette onlara her
nevi zulüm yapılmış ve yapılacaktır".
Muhakeme sırasında Alparslan Türkeş ile Mahkeme başkanı arasında cereyan "Türk
Birliği" konusundaki tartışma sırasında Türkeş'in geleceğe matuf şu ifade ve
tespitleri oldukça dikkat çekicidir; " ..mesela, 1917'de olduğu gibi 1965'te
veya 1990'da da Rusya'da bir ihtilal zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye harb
endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur ve
Türkiye'nin de yardımı ile bu birliğe doğru yürünebilir..."
1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde, 7 Eylül 1944 ile 29 Mart 1945 tarihleri
arasında 65 oturum devam eden yargılama sonunda milliyetçiler muhtelif hapis ve
sürgün cezalarına mahküm olmuşlardır . Davada on üç sanık beraat etti. On sanık
ise on yıla kadar çeşitli hapis cezaları aldılar. 148. maddeye muhalefet ile
yargılanan Alparslan Türkeş ise 9 ay 10 gün hapse mahküm olmuştur. Verilen bu
karar temyiz edilmiş ve askeri temyiz mahkemesi bu mahkumiyet kararlarını
esastan ve usulden bozarak 23 milliyetçinin telgraf ile 26 Ekim 1945 tarihinde
tahliye edilmelerini sağlamıştır . Bilahare davaya 2 nolu Sıkıyönetim
Mahkemesi'nde devam edilmiş ve neticede milliyetçilerin hepsi 31 Mart 1947
tarihinde beraat etmişlerdir.Okunması dört saat süren beraat kararında kanuni,
fiili ve vicdani unsurların geniş bir şekilde tahlile tabi tutulduğu
görülmektedir. Kararda, o günlerde komünizm faaliyetlerinin artmaya başlaması,
Sabahattin Ali'nin Nihal Atsız aleyhine dava açması gibi sebeplerle heyecanlanan
gençliğin komünistlere karşı duyulan kin ve nefreti izhar etmek istediği
anlatılıyor "Bu nümayiş, milli bir ideolojinin milli olmayan bir ideolojiye
karşı ifadesinden ibarettir" deniliyordu. Ancak bu kararı veren Ali Fuat Erden,
Tümgeneral Kemal Alkan ve Tümgeneral İsmail Berkok hemen tayin edilmişlerdir.
1944 yılı olayları ile ilgili olarak neticede şunlar söylenebilir; Türkiye'de,
Kemalist milliyetçilik anlayışından farklı bir milliyetçilik anlayışının yeniden
baş göstermeye başlaması 30'lu yıllara tesadüf eder. Bu yeni milliyetçilik
anlayışı Türk ırkının tarihi sembollerine ve kan birliğine önem vermektedir. Bu
tarz bir anlayış, faaliyetlerinin ve yayınlarının kısıtlı olmasına karşın daha
açık ve şiddetli olarak 1939'da gündeme getirilmiştir. Atatürk'ün vefatından
sonra kuvvetlenen ve yön değiştiren "tek parti", "tek şef", "tek millet" gibi
kavramlar yeni bir anlayışa izin verecek türde değildi.
Dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu'nun konuşmasıyla başlayan olaylar zinciri,
Nihal Atsız'ın mektuplarıyla devam etmiş, 3 Mayıs 1944 tarihli milliyetçilerin
gösterisi ile sona ermiştir. İsmet İnönü'nün 19 Mayıs Nutku ile yeni çehreye
bürünen ve çok farklı, maksatlı bir bakış açısıyla "Turancılık Davası"na dönüşen
hadiseler Cumhuriyet dönemi Türk siyasi tarihinde önemli bir nirengi noktası
olmuştur. İsmet İnönü için olayların ilk ve önemli ismi durumunda olan Atsız,
davanın Türkçülüğü yıkmayıp güçlendirdiğini, ancak İsmet İnönü'nün yıkıldığını
söylemektedir . 3 Mayıs N. Atsız'a göre "Türkçülüğün gafletten ayrılışı can
düşmanlarını tanıdığı dost sandığı hainleri ayırdığı" gündür.
Nejdet Sarcar'a göre "en hain düşman komünizme dikilme" günüdür.Bütün bu
tepkiler ve yorumlar içinde ele aldığımız 1944 Türkçülük Davası aslında devlet
politikası içinde incelenmelidir. Devletler, politikaları gereği zaman zaman
milliyetçi akımları el altında tutmuş, desteklemiş ve hatta kullanmıştır. 1944
yılında bu tür bir davanın başlaması Rusya'nın baskıları ile yakından
alakalıdır. Rusya karşısında tutunabilmek için aradığı desteği bulamayan Türk
hükümeti, Alman karşıtı olduğunu göstermek için fırsat kollamıştır. Aranan bu
fırsat Nihal Atsız'ın mektupları ile yakalanmıştır.
19 Mayıs Nutku ile olayların büyümesine sebep olan İsmet İnönü'nün asıl amacı
bütün dünyanın dikkatini Türkçülerin ve Turancıların nasıl ezildiklerine çekmek
ve dış politikadaki çelişkili uygulamalarından dolayı ortaya çıkan hatalarını
örtbas etme gayretinden ibarettir. İnönü'nün 1944 olayı karşısındaki tavrı ve
sertliği ile Rusya'ya şirin görünebilme çabası içerisindeyken Rus yetkililerinin
Türkçülerin ve Turancıların yargılanmalarını maskaraca bir oyun olarak görmeleri
dönemin siyasi iktidarı adına büyük bir gaftır.
Bu olay milliyetçilerin mağdur olmasıyla sonuçlanmış ancak bu mağduriyet
milliyetçilere darbe olmamış, bilakis güçlendirmiş ve Türk milliyetçilerine
"Kurtuluş Günü" adıyla bilinen, manası, prensipleri ve amacı belirli bir ülkü
haline gelen kutlu bir gün kazandırmıştır.
3 Mayıs'ın ilk yıl dönümü 1945 senesinde o sıralarda Tophane'deki Askeri
Cezaevinde tutuklu bulunan bir avuç Türkçü tarafından örtüsüz bir masa etrafında
yapılan bir toplantı ile anılmış, daha sonraki yıllarda ise çeşitli törenlerle
kutlanmıştır. 3 Mayıs'ın mağdurlarından Alparslan Türkeş'te bu tarihin
"Türkçüler Günü" adıyla kutlanmasını bizzat sağlamış ve bu geleneği hayatı
boyunca devam ettirmiştir. |